Mutluluk, zıddı ile kaim olan bir duygu. Müşahedesi için ikisi de birbirine muhtaç. Mutluluğun var oluş amacının arkasında mutsuzluğa hizmet etmek yatıyor bence.
Çünkü her mutluluk, arkasındaki daha büyük bir mutsuzluğa gebe olarak geliyor. Düşün, tek bir şey hariç ki, sahip olduğun ne varsa seni mutlu eden, yokluğuyla daha mutsuz eder. Mesela çocuğun mu oldu? Çok mu mutlusun? Ölürse, doğmadan önce olamayacağın kadar daha mutsuz olursun. Sevgilin mi var? Çok mu mutlusun? Terk ederse, "keşke hiç tanımamış, bu mutluluğu tatmamış olsaydım da, kaybedince de bu kadar mutsuz olmazdım" dersin.
Yanlış.
Çünkü mutlu olmanın arkasındaki sebep, mutsuzluğun başına gelmesi gerekiyor oluşu. Neden? Çünkü insan ancak gönlü yanınca özüne, içine dönüyor da o yüzden. Yalnız gönlü yanınca oturup da tefekkür etmeye çalışıyor kavramlar üzerine. Ancak gönlü yanınca, canı acıyınca biraz daha yaklaşıyor benlikten kurtulmaya. Bu yüzden peygamberlerin çoğunluğunun çekmediği cefa yok hayatları boyunca. Çünkü şüphesiz insan çok nankör, yaratılışı böyle... kendimizi suçlamaya gerek yok.
Hiç mutsuz olmak istemiyorum dersen, hiç mutlu olma o zaman derim. Bu da ancak kendinden geçmekle mümkün, tam bir teslimiyet ve hakikat bilinci ile. Nasıl olsa her şerde bir hayır, her hayırda da bir şer var. Nasıl olsa, mutlu da olsan, mutsuz da, "bu da geçecek".
"Ne varlığa sevinirim, ne yokluğa üzülürüm, aşkın ile avunurum" diyor ya Yunus, mutluluk ile mutsuzluk ortasındaki hali anlatıyor bence.